Atatürk ATATÜRK İLE İLGİLİ BİR ANI

ATATÜRK İLE İLGİLİ BİR ANI

183

İki Mustafa’nın öyküsü

Mustafa Kemal Atatürk, ’23 Nisan’ı armağan ettiği çocuklardan biri, Çoban Mustafa ile sımsıcak arkadaşlığını anlatıyor bu hatıra. Henüz sahte kucaklaşmalardan nasibini almamış saf bir öykü.

BU bir adaş öyküsü aslında. Fakat Mustafa Kemal Atatürk ile adaşı Çoban Mustafa arasındaki bir anı değil sadece. 23 Nisanları her yıl Mustafaların, Fatmaların neden daha bir coşkuyla kutlaması gerektiğinin de öyküsü. Bu yalnızca bir adaş öyküsü değil aslında. Bu anı, geçmişlerini unutmayanların, Atatürk sevgisini milli benliklerinde hissedenlerin okuyunca tir tir titreyeceği, duygularını saklayamayacağı küçük bir anekdot. Bugünkü siyasilerin sahte kucaklaşmalarına benzemeyecek kadar saf ve çocuksu. Bu anı, sadece çocuklara değil, her Türk’e özel!

“1929 yılının yaz başlangıcıydı. Her günkü gibi sürülerimi almış, otlamaya çıkmıştım. Dağılan sürülerimi toplayarak Balaban Deresi’ne (Yalova) indim. Sığırlarımı otlatarak çiftliğe dönüyordum. Uzaktan yirmi kadar atlı göründü. Aldırmadım. Yoluma devam ettim. Ama en öndeki atlının bana doğru geldiğini gördüm. Atından inerek çiftliğin yolunu sordu. Elimle işaret ederek: “Siz yanlış yoldan gelmişsiniz, çiftliğin yolu şurasıdır” dedim. Atlı tekrar bana dönerek adımı sordu. “Mustafa” diye cevap verdim. O anda yüzünde bir gülümseme belirdi. “Benim de adım Mustafa. Demek adaşız” Sonra birden ciddileşti, aramızda şu konuşma geçti:

-Sen Gazi’yi tanır mısın?
-Tanırım
-Onu sever misin?
-Severim
-Niçin Seversin?
-Paşa olduğu için severim!

Tekrar gülümsedi.

“Aferin oğlum böyle olmalı!”

“Sen ne iş yaparsın” diye sordu. Çocuk aklımla mantıklı cevaplar bulmaya çalışıyordum. “İşte bu gördüğün sığırları güderim.”

“Ne kadar para alıyorsun” diye sordu, “Ayda üç lira” d edim.
“Peki, söyle bakalım ayda üç lira senede ne kadar eder” sorusu gelince “Otuz altı lira eder” cevabını verdim.

Sorular bitmiyordu. Bu kez, “Sana bu kadar para versem ne yaparsın” diye sordu. “Bu parayı almam ki!” dedim. “Neden almazsın” sorusu üzerine biraz duraklayarak sözlerime devam ettim:

“Otuz altı lira çok para, ailem nereden aldın diye sorar.” Tanımadığım o güleç yüzlü atlı, tekrar bana gülümseyerek “Aferin oğlum, böyle olmalı. Fakat bu parayı yol gösterdiğin için veriyorum sana. Kimse bir şey söyleyemez” dedi.

“Otuz altı lirayı bir şartla kabul edebilirim. Yolda yemek için getirdiğim bir torba ceviz vardı. Bu cevizleri alırsan ben de dediğin paraları alırım” dedim. Ben, ona cevizleri o da bana parayı verdi. Böylece ödeşmiş olduk. Atına bindi. Bana döndü ve tekrar adımı sordu. “Benim de adım Mustafa. Yalnız benimkinin yanında Kemal’i var. Mustafa ile Kemal biraraya gelince ne olur?”

“Sen koskoca Gazi Mustafa Kemal Paşa’sın!”

Kafamda şimşek gibi bir şey çaktı. Bu, Mustafa Kemal Paşa’ydı. Evet, bütün dünyayı dize getiren koskoca Komutan Gazi Mustafa Kemal Paşa. “Beni başka bir yerde görsen tanır mısın” dedi. Başımı salladım. “Tanımaz mıyım? Sen koskoca Gazi Mustafa Kemal Paşa’sın!” Atlılar, atlarını dört nala sürerek yanımdan ayrıldı. Ben de sığırlarımı alarak çiftliğe döndüm.

Ertesi gün birkaç kişi evimize gelerek izin verirlerse beni Ata’ya götürmek istediklerini söylemişler. Sığırtmaç kıyafetiyle Kaplıcalara götürdüler. Arabadan inerek büyükçe bir kapıdan, salona yöneldik. Salondan içeri girince ayakta duran bir şahıs, bana “Hoşgeldin, beni tanıdın mı” dedi. Ben de kendisini tanımadığımı, o güne değin hiç görmediğimi söyledim. O ise bir gün önce bana çiftliğin yolunu sorduğunu, kendisine para karşılığı ceviz verdiğimi söylüyordu. Israrla söylediği şahsın kendisi olmadığını belirttim. O sırada salonun perdesi kıpırdadı ve ardından Mustafa Kemal göründü. Başımı okşayarak “Aferin oğlum, sandığımdan da dikkatliymişsin. Benzetmeyi çok kolay fark ettin” Hemen eline sarılarak öptüm.

“Okuma yazma öğrenip meslek sahibi olacaksın!”

“Mustafa, seni çiftliğime kahya yapmak istiyorum. İster misin” dedi. Cevap vermedim. Tekrar bana döndü ve “Kahyalık işi için sana ayda dört lira versem yeter mi” deyince “Siz bilirsiniz” dedim. “Hayır Mustafa, seni kahya yapmayacağım. Seni okula göndermek istiyorum. Orada okuma yazma öğrenip bir meslek sahibi olacaksın” diye konuştu.

O kadar sevinmiştim ki, nasıl hareket edeceğimi bilemiyordum. Ata, sığırtmaç kıyafetimle birlikte fotoğraf çektirdikten sonra bana yeni kıyafetler giydirtti. Birkaç gün Atamın yanında kaldım. O sıralarda bakımsızlıktan cılız, çelimsiz ve hasta bir çocuktum. Şişli’deki Çocuk Hastanesi’ne yatırıldım. Tedavim yapıldı ve özel hocalar sayesinde çok kısa sürede okuma yazma öğrendim. Dört ayda çok değişmiştim. Gürbüz bir çocuk olmuştum. Hastaneden çıktıktan sonra Beşiktaş’taki 19’uncu ilkokula başladım. Atamla sık sık görüşüyorduk. Beni en kısa sürede çok sevdiği ordusunun bir subayı olarak görmek istediğini söylüyordu. Bulunduğum toplantılarda beni “Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekteki genç subayı, benim Mustafam” diye övüyordu. Kuleli Askeri Lisesi’ne girdim. Mezuniyetime iki sene kala o koskoca insanı kaybettim. Dünyam yıkıldı, hayatta yapayalnızdım. Kendimi toparlayarak onun isteğini yerine getirdim. Kuleli’den 1941/B’li olarak daha sonra da Kara Harp Okulu’ndan mezun oldum. Ordudan ayrılıncaya dek bana gösterdiği yoldan ayrılmayarak Atama yaraşır bir evlat olmaya çalıştım. Öyle ya Ata’sına ancak böyle çocuklar yakışır. Ne mutlu Ata’nın çocuğuyum diyebilenlere.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz